(Konuk Yazar / Ali Özenç Çağlar)
Bir kadın neden çocuk doğurmak ister? Ya da bir baba neden ille “oğlum olsun” der,
sanki onu doğuran babasıymış gibi. Bu soruları onlara, yani ille de çocuk diyerek
kendilerini yiyip bitiren gençlere sorsak bize nasıl yanıt verirler acaba? Yani, onların
bu istekleri enine boyuna
düşünülerek alınmış bir karar mıdır sizce? Tabi ki hayır.
Gençler çoğu kez yapacakları çocukları bir bez bebek gibi düşünüyor olmalılar,
canları sıkıldıklarında, ve ya usandıklarında bir kıyıya atcaklarmış gibi. Ah nasıl bir
yanılgı bu böyle?
Halbuki o genç çiftler, bir çocuk doğduğunda, onların sorumluluğunu hayat boyu
taşıyacaklarını asla düşünmeden veriyorlar bu kararlarını; doğan, ister erkek, ister kız
olsun. Bir de burada anlaşmazlıkları, boşanmaları, kısa ve uzun süreli ayrılıkları
düşünün. İşte o süreçlerin en ağır bedelini, acısını, doğacak olan bu çocukların
çektiğini hiç mi hiç kaale almadan dünyaya getiriveriyorlar. Bu ne kadar büyük bir
hata, affedilmez bir yanlış. Biraz olsun konunun üzerinde düşünmeniz bile, bize
olayın vahametini gösterir sanırım. Çünkü insan soyu, canlılar içinde en en zor
büyüyen, yetişen bir varlıktır.
Bütün bunları neden anlatıyorum ve dururp dururken neden bu konuda bir yazı
yazma isteği duydum? Haklısınız, ama her düşüncenin var oluşu için, çoğu kez, sizi,
ya farklı bir düşüncenin, ya da bir görselin etkilemesi gerekiyor. Benim için de böyle
oldu. Eşimle birlikte bir belgeseli izlerken, bir ceylanın doğurma anına şahit olduk.
Mükemmel, profesyönelce bir çekimdi. Anne ceylan bir taraftan doğururken, bir
taraftan da uzandığı dallardan yeşil yapraklar yemeye çalışıyor. Hiç telaşsız yani.
Oysa ben yıllar önce benim büyük oğlan doğarken, eşimin attığı çığlıklardan ortalık
ayağa kalkıyordu. Hemşireler ağzına bir topak sargıbezi sıkıştırmasalardı, mutlaka
diğer katlardaki tüm doktorlar, hastabakıcılar, birini boğazlıyorlar diye aşağıya
inerlerdi. Ancak ceylan doğururken hiç de öyle değildi. Doğum ise en fazla on,
bilemediniz yirmi dakika sürdü. Ondan sonra ne oldu. Ceylan yavrusu, küçük ceren,
bir iki hamleden sonra ayağa kalkıverdi. Yıkıla, büküle yürümeya başladı. Sonra da
büyük bir kararlılıkla hiç de fazla zorlanmadan annesinin memelerini bulup emmeye
başladı. Tabi anne ceylan da sürekli yavrusunu yalayarak onu kurutmaya ve sevgiyle
burnunu sürterek okşamaya çalışıyordu. Çok değil, en fazla bir saat sonra da, anne
ile yavru bulundukları ormanda küçük bir gezintiye çıkıp, yeşilliklerin içinde
kayboldular.
Peki, bizde, yani insanoğlunun doğumunda her şey bu kadar basit, bu kadar çabuk
mu gerçekleşiyor. Bir çocuğun doğumu demek, o annenin, abasının omuzlarına
dağlar kadar büyük bir yükün binmesi demektir, hem de yıllarca sürecek bir yük.
Çünkü o yavru, siz süt vermezseniz, beslemezseniz, siz koruyup kollamazsanız var
olamaz ki. Bir çocuğun büyümesi, yürümesi öyle yarım saat, yarım gün falan değil, en
az bir, bazen iki, üç yılı buluyor. Ve o süre içinde onu asla ihmal edemezsiniz. Bu
süreçte de hem annenin, hem babanın kuşkusuz ayrı ayrı görevleri vardır. Artık o çift,
o anne baba, kendileri için değil, çocukları için yaşamak, ona göre yaşam planlarını
kurgulayarak yapmak zorunda kalacaklardır, çünkü başka türlüsü asla olmaz, o, la,
maz! Sonra onun ilkokul eğitimi geliyor, orta, lise eğitimi geliyor. Yemesi, içmesi,
ortama uygun giydirilmesi; çevre, arkadaş problemleri geliyor. Bunların hepsinden de
sizler sorumlusunuz. Bir ceylan yavrusu annesinden belki de bir yıl sonra ayrılıyor, bir
arslanın, bir maymunun vs. Ama insan öylemi ya, önce, eğitimli, iyi bir insan olması
için çalışmak zorundasınız, çevrenin kötülüklerinden, eğitimin yobaz kalıplarından,
cinsel ve aşağılamalardan, yönetildiğiniz sistemin tuzaklarından korumak
zorundasınız. Hayırlısıyla en kısa yoldan evlendirseniz, bir meslek sahibi yapsanız da
sizin sorumluluklarınız asla, ama asla bitmeyecektir.
İşte tam da bu noktada o geçmişin anne babaları evlatlarını büyütürken bu geçmiş
deneyimlerini de o çocuklara bir bir aktarmak zorundadırlar. Eğer sizler, geleceğini
kuramayacağınız çocuklar yaparsanız, kuşkusuz sizlerle birlikte en büyük acıyı,
bedeli çocuklarınız ödeyecektir ve sizin onlara bunu yaşatmaya hakkınız yok! Hele
günümüzde, ülke bu haldeyken iki, üç, dört çocuk yapmak korkunç bir kâbusu da
beraberinde getirir.
Eğer anne, baba olarak, bir aile olarak, yaptığınız o çocukların arkasında
duramayacaksanız, sizin doğacak çocuğunuzun kız, veya oğlan olması ne fark eder
ve neyi değiştirir ki?
Ali Özenç Çağlar
Hiç yorum yok: