Benim Çocuğum
"İnsanların oğlu veya kızı olmuyor. İnsanların doğduğu andan itibaren çocuğu oluyor. Kızımdı oğlum oldu. İsterse oğlumken kızım olsun, o benim çocuğum."Bu sözler bir trans bireyin babasına ait ve aslında bu konuda söylenebilecek tüm sözlere nokta niteliğinde. Haziran ayı sonlarında yapılan onur yürüyüşü vasıtasıyla, aslında genel olarak yüzeysel bildiğimiz bu konu daha da dikkatimi çekti. Bu sırada belgesel bir filme denk geldim. Ve, herkesin izlemesini diledim. İzleyenlerin fikirleri değişsin diye değil, LGBT ailelerinin kalp gözleriyle bakabilsinler diye...
LİSTAG film tanıtım bülteninden:
"Çocukları LGBTI+ olan Türkiye'li bir grup anne ve babanın hikayelerini seyirciye taşıyan "Benim Çocuğum", Ocak 2013'te tamamlandı. Yönetmenliğini Can Candan'ın üstlendiği, 82 dakikalık uzun metraj belgeselde muhafazakar, homofobik, transfobik bir toplumda bir yandan aile, bir yandan da aktivist olmanın ne anlama geldiğini yeniden tanımlayan LİSTAG'lı yedi ebeveynin deneyimleri aktarılıyor.
İzleyiciyi İstanbul'da beş eve götüren belgeselde, LGBT bireylerin aileleri kendi ebeveynlik deneyimlerini, çocuklarının büyüme ve kendilerine açılma dönemlerini, bu süreçle baş ederken geçtikleri zorlu yolları, kendi aileleriyle bu durumu nasıl paylaştıklarını ve ebeveyn olmanın neler gerektirdiğini yeniden öğrendikleri süreçleri anlatıyorlar."
"İrem Okan (1982-2000) ve annesi Melek Okan'a" diye başlıyor film. Ailelerin kendilerini tanıtmasının ardından başlıyor boğazdaki düğümlenmeler. Çünkü bu defa, garipsediğimiz ya da hayatlarında neler olup bittiğini anlamaya çalışmadan yakıştırdığımız sıfatlarla dışladıklarımız değil, birer anne baba var. "Çocuğumun cinsiyeti değişse de kokusu hiç değişmez" diyebilen, evlat sevgisinin koşulsuzluğunu bizlere lafla değil, ciğerimize işleyerek anlatan ebeveynler var. Ve aynı duyguda buluşmak için empati yeteneğine dahi ihtiyacınız yok. Hepimiz, her an, her şeyi yaşayabilme olasılığı taşıyoruz hayatlarımızda. Dünyaya hangi cinsel eğilim veya hangi bedenle geleceğinin seçimini yapamazsın. Onların yapamadığı gibi, senin yapamadığın ya da yakınlarından birinin nasıl doğacağına müdahale edemeyeceğin gibi. 'Onlar' sözcüğü bile öyle iğreti ediyor ki aslında. Fakat ötekileştirilen herkes onlar ya, kelime dağarcığımız bile birbirimizden ayrı tutmak üzere tasarlamış sanki bizi. Onlar ve biz kavramlarını daha iyi algılayabilmek için, kulaktan dolma bildiklerimizi bir kenarıya bırakıp bir başkasının gözünden görmeyi denemek gerekiyor. Peki bedeniniz başka, ruhunuz başka olsaydı siz ne hissederdiniz?
Bedenim Başka Ben Başka
"Çok ağladım. 16 yaşındaydı. Erkek çocuğumdu o benim. Delikanlıydı. Kimse bana böyle de çocuklar var demedi. Çok ağladım. Bütün İstanbul üstüme yıkıldı. Bir ben, bir çocuğum ne yapacaktık?"
Filmde aileler çocuklarının özellikle ergenlik döneminde belirginleşen fark edişlerini anlatıyorlar. Çirkin ördek yavrusu masalını bilirsiniz. Eşsiz güzellikte birer kuğuya dönüşmenin öncesinde onlar da kendilerini çirkin ördek yavrusu sanıyorlar. Bir anne, erkek çocuğunun göğüsleri olduğunu görmesiyle yedi tepeli şehir üzerine yıkıldı sanıyor. Farklı olmanın acısı hem anne babaları, hem de çocukları çaresizlik çukuruna çekiyor. Toplumsal yargılar, kendi içlerinde, yaşamdan vazgeçecek kadar zorluyor çocukları. Bir tanesi göğüslerinin ve kalçalarının küçülmesi için diyete başlıyor. Bedeni erkek gibi görünsün diye, zayıflamaya başlıyor. Sonrası hastalık, yani anoreksiya, (halk arasında yiyememe hastalığı) ve 30 kiloya kadar düşerek ölümle burun buruna geliş. Çocukların genelinde benzer düşüncelere rastlanıyor. Tanrının onları bir ucube olarak yarattığını, kendilerinden başkasının böyle olmadığını zannederek bir nevi kendini cezalandırma yoluna gidiyorlar. Ya da vücutlarında ve hissedişlerindeki farklılığı anlamlandırmaya çalışırken, zaten zor olan ergenlik dönemi onlar için içinden çıkılmaz bir sürece dönüşebiliyor. Taa ki, birer kuğu olduklarını fark edene dek.
Hem Anne Baba, Hem de Çocuklarının Yaşam Hakkını Savunan Aktivistler
"Kabul hiç bir yargı olmadan izin vermek anlamını taşır. Yargılıyorsanız, yanlış algıların öznesi olduğumuz anlamına gelir. Tüm algılarımız yargılarımızın kaynağıdır. Siz basitçe izin verdiğinizde, yargılama yok olacaktır."
Belgesel filmin sonlarına doğru aynı mücadele içinde birleşmiş olan LİSTAG aile grubunu görüyoruz. Yeni anayasada ayrımcılık yasasının altını çizen, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konularıyla, çocuklarının çalışma hakları için mecliste konuşan anne babalar olarak çıkıyorlar karşımıza. Kendileri değil aileleri, meydanlarda değil meclisteler bu defa. Toplumda kendilerini gizleyerek rahat bir ortamda olmak yerine, çocukları için ortaya çıkıyorlar. Eşcinsel ve trans birey aileleri, eşit yurttaşlık tanımında onlara da yer verilmesini talep ediyorlar. El alemi değil, çocuklarını seçiyorlar.
Onlar hem reçel yapıp turşu kuran anneler, hem de ebeveyn olmanın getirdiği koşulsuz sevgiyle, çocukları için evlatlarının yanında yürüyen birer aktivist. Kız, erkek diye ayırmadan; Benim Çocuğum diye bağrına basanlar.
Ve film, Melek Okan'ın sözleriyle sona eriyor;
"Koskoca dünyaya benim çocuğumu sığdıramadılar." Melek Okan (Bursa'da 2010 yılında öldürülen transseksüel kardeşimiz İrem Okan'ın annesi)
Ne yazık ki, toplumdaki her eşcinsel ya da trans birey belgeseldekiler kadar şanslı değil. Önce aileleri, sonra etraflarındaki birçok insan tarafından çeşitli aşağılanma, hakaret, dışlanma, ötekileştirme, şiddet ve hatta ölüme varan sonuçlarla karşı karşıya kalıyorlar. Oysa burası dünya, yani evimiz. Hepimiz aynı yeryüzü ailesinin fertleriyiz. Bize düşen, sadece insan olduğumuzu kalben duyumsamak, bizi insan yapan yanlarımızı hatırlamak. Öteki beriki anlayışından sıyrıldığımız, 'biz insanlar' olarak varoluşu kucakladığımız rengarenk dünyamızda renklerimizle, kardeşçe yaşayabilmek umuduyla...
💖💙💛💚💜
"Aileden sorumlu devlet bakanı, eşcinselliğin hastalık olduğunu söylüyor. İşte toplumun hastalığı bu aslında; ötekileştirmek."
"Çocuklarımız önce ailelerinde dışlanıyorlar. Ondan sonra toplum bunu nasıl kabullensin. Diğer her insanın hakları gibi, bu toplumun içinde yaşamaya, var olmaya, birey olmaya hakları var."
"Diğer ailelerle tanışarak onlara hikayemi anlatabilirim. Şimdi gülebiliyorsam, bir zamanlar çok ağladığımı, bunun bir süreç olduğunu onlara gösterebilirim."
"Daha rahat iletişim kurup onları koşulsuz sevmelerini istiyoruz."
'Benim Çocuğum' Belgesel filmindeki psikiyatristin konuşmasından:
Transseksüelite: Bedensel cinsiyetle, hissedilen cinsel kimliğin farklı oluşu demektir. 3 tane cinsel yönelimimiz var. Ergenlikte belirginleşen ama çok daha erken yaşlarda oluşabilen, aynı cinsi cinsel eş olarak seçme isteği eşcinsel, karşı cinsi seçme heteroseksüel, her iki cinsi de seçme isteği ise biseksüel olarak adlandırılır.
💖💙💚💛💜💖💙💚💛💜💖💙💚💛💜💖💙💚💛💜💖💙💚💛💜💖💙💚💛
Yazıda bahsi geçen LİSTAG ve CETAD ana sayfasına üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
NOT:
Bu derin ve önemli konuyu tek yazıda toplamak çok uzun olduğu için iki ayrı yazı halinde yayınladım. Bir nevi tamamlayıcı olan "Bedenim Başka Ben Başka" başlıklı bir önceki yazımı da okumanızı öneriyorum.
Aytül Laçin
Not: Sevgili Hocam Ali Özenç Çağlar'ın "Çağdaş Edebiyat Sayfası" için yazdığım 'Sinema' yazımdır.
Benim Çocuğum Belgesel Filmi / LGBT
Reviewed by Aytül Laçin - aynahikayesi.blogspot.com
on
Çarşamba, Ağustos 07, 2019
Rating:
Bir anne, baba için hakikaten zor bir şey, bu konuda toplumdaki iki yüzlülük beni hep düşündürür. Ya bir insan iki yüzlü olmayacak, mesela biz Zeki Müren'e neredeyse tapan bir ülkeydik. ÖLdüğü için geçmiş zaman kullandım, insan ölünce artık eskisi gibi tapılmıyor. Rahmetli annem de hayrandı, şimdi de Bülent Ersoy çok seviliyor. Ama bir yanda da transeksüeller iş bulamıyor, öldürülüyor e bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
YanıtlaSilZeki Müren, sanat güneşimiz, potansiyelini ortaya çıkarabilmenin, duygulara hitap edebilmenin ve sanatın birleştiriciliğinin bir göstergesi. Ayrıca herkes tarafından takdir edilen biri olmak için cinsiyetin ne olduğunun hiçbir önemi olmadığını yaşamıyla ve sanatıyla göstermiş biri. Benim annem de hayrandı kendisine. Toplumun, gücü baş tacı yapan kesiminin cinsel seçim veya tercihi aynı yönde olan sıradan birini ise hor görmesi hem bir iki yüzlülük hem de gelişememişliğinin dışa vurumu.
SilTeşekkürler Müjdecim yorumun için.
Aslında gayet basit ve anlaşılır bir gerçek şu ki :Dünya üzerinde sadece kadın ve erkek yok, daha fazla cinsiyet var. Niye buna sapkınlıkmış gibi bakılıyor anlayamıyorum.
YanıtlaSilBir tarafın rızası olmadan yapılan abuk subuk şeylerdir sapkınlıklar, iki erkek birbirine aşıksa, bu sadece aşktır, o kadar.
Çocuklarımın cinsel tercihleri farklı olsaydı veya kendileri farklı cins olarak hissetselerdi ne olacak ki. İyi insanlar, çalışkan, çevrelerine faydalı insanlar olmaları bütün dileğim. Gerisi fasa fiso.
Belgeseli izlerken ilk aklıma gelen, çocuğum trans birey olarak dünyaya gelseydi neler hisssederdim oldu. En yoğun hissettiğim duygu endişeydi. Çünkü çoğu bilinçsiz olan toplumun dışlamasına, hakaretlerine, şiddetine maruz kalma olasılığı çok yüksek olacaktı. Bu sıkıntıları, üzüntüleri yaşamları boyu yaşayan çok insan olduğunu görmezden geliyoruz maalesef. Tek çaremizse bilinçlenmek.
SilNe güzel söylemişsin; sapkınlık bir tarafın rızası olmadan yapılanlar, ötesiyse aşk.
Çok teşekkürler canim katkın için.
Aytülüm özetle tek kelime insan olmayı öğrenip insansı kabuktan arınıldığı zaman bu sorun ortadan kalkacak.
YanıtlaSilfarklı kimliklerde ki bireyler de hak ettikleri yaşamı özgürce tadacaklar,günümüzde ki gibi köşe başlarında et paçası gibi görülmeyecekler.
Ne zaman bu konularda yazı okusam yıllar önce Uğur Dündar ın Arena programının bir bölümünü hatırlarım bir köy dolusu insan hepsi olduğunun dışında bir kimlik ama çektikleri sıkıntılar ne büyüktü :((
Canim Hatice, bu sıralar bilgisayar başına geçemedim. Telefondan da pek sevmiyorum yorum yazmayı o yüzden gecikmiş cevap için üzgünüm. Bahsettiğin programı hayal meyal hatırlar gibiyim. Her ne kadar insanın kendini bilmesi için elle tutulur bir belgeye ihtiyacı olmasa da, yaşadığımız toplumun bir de gerçekliği var elbette. Hem özümüzün,hem toplumsal yanımızın insan olma mertebesine bir an önce ulaşmasını diliyorum.
Sil